Geleneksel sanatların ve zanaatların günümüzdeki durumu, teknoloji ve endüstriyel üretimin hızla ilerlemesiyle ciddi bir tehdit altındadır. Ancak 75 yaşındaki Durmuş dede, bu duruma karşı bir duruş sergileyerek, geçmişin bilgeliğini ve ustalığını genç nesillere aktarma çabasını sürdürüyor. Zamanın geçmesine karşı durarak yaptığı el zanaatları ile sadece kendi ustalığını değil, aynı zamanda kaybolmaya yüz tutmuş bir geleneği de yaşatıyor. Bu haberimizde, Durmuş dede’nin yaşam hikayesini, zanaat anlayışını ve zanaatına verdiği önemi sizlerle paylaşacağız.
Durmuş dede, zanaat yolculuğuna 15 yaşında, büyükbabasıyla birlikte başladığını söylüyor. Büyükbabası, ona sadece zanaatın inceliklerini öğretmekle kalmamış, aynı zamanda el işçiliğin önemini de aşılamış. Çıraklık döneminde geçirdiği yıllar, yalnızca teknik becerileri değil, aynı zamanda zanaatın felsefi boyutunu da anlamasına yardımcı olmuş. Durmuş dede, "Bir eser oluşturmak, yalnızca malzemeyi bir araya getirmek değil; ruhunu, hâlâ geleneklerin sesiyle harmanlayarak ortaya koymaktır," diyerek derin bir anlayışla zanaatını tanımlıyor.
Bugün, Durmuş dede birçok gencin zanaat öğrenmesine rehberlik ediyor. Atölyesinde düzenlediği kurslar, gençlerin el becerilerini geliştirmelerine olanak tanırken, zanaatın kültürel ve tarihsel boyutunu da anlamalarına katkı sağlıyor. "Benim gözümde zanaat, sadece bir meslek değil, aynı zamanda bir yaşam biçimidir. Bu değerleri yeni nesillere aktarabilmek benim için bir sorumluluk," diyor. Durmuş dede, zamanla değişen toplumsal dinamiklerin zanaatın önemini gölgede bıraktığını, ancak gençlerin ilgisini yeniden çekmenin mümkün olduğunu düşünüyor.
Günümüzde, zanaatın sadece bir iş olarak değil, aynı zamanda bir sanat ve hayat biçimi olarak kabul edilmesi gerektiğini savunan Durmuş dede, eserlerinin yalnızca kullanım amacına hizmet etmediğini, aynı zamanda estetik kaygılarla dolu birer sanat eseri olduğunu vurguluyor. Her bir parçasında yılların emeği ve sevgisi bulunan el yapımı ürünleri, hem geçmişe bir saygı duruşu hem de geleceğe bir miras olarak kabul ediyor. Durmuş dede’nin ustalığı, yalnızca fiziksel becerilerle değil, aynı zamanda derin bir geçmişe ve bağlılığa dayanıyor.
Sonrasında, el işçiliği dünyasında yaşadığı zorlukları ve ileride karşılaşabileceği yeni engelleri de paylaşıyor. "Zanaatımı icra ederken elbette birçok zorlukla karşılaştım; ancak hiçbir zaman pes etmedim. Zanaat, emek ve sevgi gerektirir," diyerek kararlılığını ifade ediyor. Durmuş dede, yalnızca kişisel bir mücadele vermekle kalmamış, aynı zamanda toplumsal sorunlara da duyarlı bir zanaatkar olarak gençleri bilinçlendirmeyi hedefliyor.
Bu sosyo-kültürel bağlamda, el işçiliğinin yeniden değer kazanması ve devlet destekleriyle geleneksel zanaatların korunması gerektiğini dile getiriyor. Zanaatın endüstrileşme ve tüketim toplumuyla nasıl başa çıktığı, kendisi gibi ustalar için oldukça mühim bir mesele olarak karşımıza çıkıyor. Durmuş dede, yeni nesillerin bu zanaatı yaşatmak için daha fazla çaba göstermesini ve kendileriyle birlikte geleneklerini de yaşatmalarını umuyor.
Sonuç olarak, Durmuş dede’nin hikayesi sadece bir zanaatkarın yaşam serüveni değil, aynı zamanda geleneksel sanatların geleceği için bir umut kaynağı. Zanaatına olan sevgisi ve genç nesillere aktarım çabası, onu yalnızca bir “ustanın sonuncusu” değil, aynı zamanda “geleneğin taşıyıcısı” yapıyor. Durmuş dede gibi ustalar, bir toplumun kültürel kimliğini koruyan değerlerdir. Gelecek nesillerin bu değerleri sahiplenmesi, sadece el becerilerinin değil, aynı zamanda kültürel zenginliğin de yaşatılması açısından büyük önem taşıyor.